TASARIM ve ZANAAT

Bazen bir desenin ya da fikrin peşinden giderim, bazen de sadece bir hissin.
Kimi zaman sabah atölyeye girdiğimde elimde hiçbir şey yoktur; yalnızca bir boşluk ve içimde şekillenmeyi bekleyen bir düşünce. İşte o an başlar benim için tasarım süreci.
Tasarım, çoğu zaman yalnızlık ister. Düşünmenin, denemenin, bozup yeniden yapmanın zamanıdır.
Ama üretim süreçlerinde çoğu zaman tek başıma değilim. Birlikte çalıştığım ustalarla, bir obje üzerinden süren konuşmalarımız ve onu hayata geçirme aşamasındaki denemelerimiz hep birlikte devam eder.
Üretim süreçlerinin bazen tansiyonu yüksektir, bazen de kendi ritminde sakin ilerler.
Bir fikri hayata geçirirken, denemeden bilemeyiz. Yolculuğun doğasında bu vardır.
Zanaatla ilişkim, İstanbul’un Tarihi Yarımadası’nda başladı.
Yıllar içinde, çalıştığım bölgeyle birlikte tasarladığım objelerin dili de şekillendi. Mekânın ruhu, üretimin merkezindeki o mahalle; her detaya nüfuz etti.
Üretim sürecinin tam kalbinde olmak heyecan vericidir. Çünkü benim için tasarım, yalnızca bir fikir değildir; o fikri hayata geçiren ellerin, tekrar eden hareketlerin ve sessizce akan zamanın bir toplamıdır.
Bir fincanı biçimlendirirken ya da bir yüzüğün formunu düşünürken, zihnimle ellerim arasında gidip gelen bir sohbet başlar.
Ne çok konuşuruz aslında. “Azıcık daha inceltilsin,” derim bazen. Bazen de malzemenin kendisi konuşur: “Burada dur.”
Bu konuşmalar bazen bir müzik olur, içten içe akan bir ritim gibi.
Zanaat bana sabrı öğretti. Acele etmenin hiçbir şeyi güzelleştirmediğini, tasarımın ise zamana ihtiyaç duyduğunu.
Ve en önemlisi: birlikte üretmenin değerini.
Çünkü ne kadar fikir üretirsem üreteyim, o fikir ancak usta bir elin dokunuşuyla, bir zanaatkârın bilgeliğiyle tamamlanır.
Tasarım süreci benim için; görünmeyeni görünür kılmak, bir duyguyu şekillendirmek ve bir objeye yaşam vermektir.
Ve her obje; biraz düşünce, biraz zaman ve çokça emek taşır.
Özlem